Category: Siyaset

Günümüzde küresel siyaset ve ekonomi sahnesi, ulus devletler arasındaki güç mücadeleleri, bölgesel çatışmalar ve ekonomik bağımlılık ilişkileriyle şekillenmeye devam ediyor. Uluslararası kurumlar aracılığıyla dayatılan politikalar, finansal operasyonlar ve kültürel hegemonyalar, emperyalist tahakkümün yeni ve sofistike biçimlerini gözler önüne seriyor. Bu karmaşık tablo içinde, bir yanda uluslararası tekellerin ve güçlü devletlerin çıkar çatışmaları yaşanırken, diğer yanda

Toplumsal gerçekliği anlamamızı sağlayan sağlam bir teoriye, bu teorinin ışığında belirlenen devrimci bir stratejiye ve bu stratejiyi hayata geçirecek yaratıcı bir pratik politikaya ihtiyacımız var. Bu üç sacayağı olmadan, kurtuluş mücadelemiz parçalı kalır, hedefsizleşir ve nihayetinde başarısızlığa mahkûm olur.

Dünyamızın dört bir yanında yükselen çelişkilerin, krizlerin ve çatışmaların ortasındayız. Kapitalist sistem, kendi iç çelişkileriyle boğuşurken, halkları derin bir yoksulluğa, eşitsizliğe ve yıkıma sürüklüyor. Emperyalizm ise tüm çıplaklığıyla saldırganlığını sürdürüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin İran’a yönelik saldırıları, bu küresel tablonun acı birer kanıtı. Bu koşullarda, ezilen ve sömürülen halkların önünde duran en temel soru şudur: Bu

Ortadoğu’nun kanlı ve sisli coğrafyasında, emperyalizmin pençeleri altında bir kez daha İran’ın nükleer programı meselesi, bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor. Bu öyle basit bir teknik tartışma, birkaç uranyum zenginleştirme santrali meselesi değil. Bu, bizzat Ortadoğu’daki güç dengelerinin, sınıf mücadelelerinin ve uluslararası emperyalist tahakkümün bütünlüklü bir yansımasıdır.

Ortadoğu’nun kanlı ve sisli coğrafyasında, emperyalizmin pençeleri altında bir kez daha İran’ın nükleer programı meselesi, bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor. Bu öyle basit bir teknik tartışma, birkaç uranyum zenginleştirme santrali meselesi değil. Bu, bizzat Ortadoğu’daki güç dengelerinin, sınıf mücadelelerinin ve uluslararası emperyalist tahakkümün bütünlüklü bir yansımasıdır. Siyaset Sahnesinde Çatışan Çıkarlar: Bir Emperyalist Satranç Tahtası İran’ın nükleer

İran ile İsrail arasındaki gerilim, bir süredir Ortadoğu'nun kaynayan kazanıydı; patlaması an meselesiydi. Şimdi ise beklenen oldu, sahne bambaşka bir boyuta taşındı ve bölgedeki taşlar yerinden oynadı. Bu çatışma, basit bir "iki devletin kapışması" olmaktan çok öte, emperyalist politikaların, bölgesel hegemonya savaşlarının ve Siyonist işgalin derin izlerini taşıyan, karmaşık bir düğüm. Washington'dan Tel Aviv'e, Tahran'dan Riyad'a uzanan bu denklemi anlamak için, sadece bugüne bakmak yetmez; tarihin kirli sayfalarını karıştırmak, sınıf mücadelelerinin Ortadoğu'daki acımasız seyrini kavramak şart. Zira bu yangın, Filistin halkının kanı üzerine kurulu adaletsizliğin, emperyalizmin kanlı parmak izlerinin ve halkların kendi geleceklerini belirleme mücadelesinin ta kendisi. Bu yazı, söz konusu çatışmanın farklı katmanlarını, bölgesel ve küresel aktörlerin rollerini ve bu karmaşık denklemde halkların hangi konumda yer aldığını, tarihselci bir perspektifle ve devrimci bir bakış açısıyla çözümlemeyi hedeflemektedir.

İran ile İsrail arasındaki gerilim, bir süredir Ortadoğu’nun kaynayan kazanıydı; patlaması an meselesiydi. Şimdi ise beklenen oldu, sahne bambaşka bir boyuta taşındı ve bölgedeki taşlar yerinden oynadı. Bu çatışma, basit bir “iki devletin kapışması” olmaktan çok öte, emperyalist politikaların, bölgesel hegemonya savaşlarının ve Siyonist işgalin derin izlerini taşıyan, karmaşık bir düğüm. Washington’dan Tel Aviv’e, Tahran’dan

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte ortaya çıkan ve ülkenin toplumsal, siyasal ve kültürel yapısını derinden etkileyen Kemalizm, şüphesiz ki tarihimizin en tartışmalı ve çok katmanlı ideolojilerinden biridir. Siyasette her kavramın bir niyeti ve yönelimi ima ettiği bilinciyle, bu çalışma, Kemalizm'i kendi içindeki farklı görünümleri ve somut tutumları üzerinden tarihsel ve güncel iki ana başlıkta tasnif etmeyi hedeflemektedir. Bu tartışmaların odağında, Kemalizm'in burjuva devrimi niteliği, anti-emperyalist karakteri ve aydınlanmacı hamlesi yer alırken, aynı zamanda sınıfsal çelişkileri ve işçi sınıfı hareketine karşı aldığı tutum da sürekli olarak tarihselci bir perspektiften incelenmeyi gerektirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte ortaya çıkan ve ülkenin toplumsal, siyasal ve kültürel yapısını derinden etkileyen Kemalizm, şüphesiz ki tarihimizin en tartışmalı ve çok katmanlı ideolojilerinden biridir. Siyasette her kavramın bir niyeti ve yönelimi ima ettiği bilinciyle, bu çalışma, Kemalizm’i kendi içindeki farklı görünümleri ve somut tutumları üzerinden tarihsel ve güncel iki ana başlıkta tasnif etmeyi

Türkiye ya köklü bir değişimle "haklı" bir düzene kavuşacak ya da bu haksız düzen, ülkeyi bir varoluş kriziyle karşı karşıya bırakacak. İşte o zaman, bu vatanın gerçek sahipleri, bir daha sömürücülere boyun eğmemek üzere gerçek bir "yurt savaşı" verecek.

Türkiye ya köklü bir değişimle “haklı” bir düzene kavuşacak ya da bu haksız düzen, ülkeyi bir varoluş kriziyle karşı karşıya bırakacak. İşte o zaman, bu vatanın gerçek sahipleri, bir daha sömürücülere boyun eğmemek üzere gerçek bir “yurt savaşı” verecek. 1908 Jön Türk Devrimi’nin ardındaki gizli oyunlar, o dönemin ulusal kurtuluş hareketlerini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme

Türkiye ya köklü bir değişimle "haklı" bir düzene kavuşacak ya da bu haksız düzen, ülkeyi bir varoluş kriziyle karşı karşıya bırakacak. İşte o zaman, bu vatanın gerçek sahipleri, bir daha sömürücülere boyun eğmemek üzere gerçek bir "yurt savaşı" verecek.

Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Kapitalist düzenin çarkları arasında ezilen, gelecek kaygısıyla boğuşan Türkiye işçisi ve öğrencisi! Sabahın köründe servis beklerken, vizelere yetişmeye çalışırken, elinde kalan üç kuruşla ay sonunu getirme derdine düşerken, hiç düşündün mü, neden bu haldeyiz? Neden bu kadar çok çalışıp bu kadar az kazanıyoruz? Neden iyi bir eğitim almanın bile geleceğimizi garanti

Unutmayın, bu "çirkin" Sovyet evleri, bir zamanlar milyonlarca insana onurlu bir yaşam sunmuştu. Bu, barınma hakkının kamusal bir politika ile çözülebileceğinin en somut kanıtıdır. Bugünün teknolojik imkanları ve üretim kapasiteleriyle, herkese yetecek kadar konut inşa etmek, geçmişten çok daha fazla mümkündür. Önemli olan, kapitalizmin kâr hırsını dizginlemek değil, bu kâr hırsının üzerine kurulu kapitalist düzenin kendisini ortadan kaldırmak ve yerine, insan ihtiyaçlarını merkeze alan sosyalist bir toplumsal düzen kurmaktır. Kentlerin, sermayenin değil, insanların ihtiyaçlarına göre planlandığı, konutun bir yatırım aracı değil, temel bir insan hakkı olarak görüldüğü bir gelecek, sadece bir hayal değil, elde edilebilir bir hedeftir.

19 Mart’ta sokağa çıkan gençler, yurttaşlar ve onların tutuklanmak pahasına verdikleri mücadele, kapitalizmin en temel insani ihtiyaçları dahi nasıl bir lüks haline getirdiğinin acı bir göstergesidir. Barınma, eğitim, sağlık gibi haklar, birer metaya dönüşmüş durumda ve bu dönüşümün en ağır yükünü, geleceğin kurucusu olması beklenen genç kuşaklar taşıyor. Kapitalist düzenin çarkları arasında, ev sahibi olmak