

Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek
Kapitalist düzenin çarkları arasında ezilen, gelecek kaygısıyla boğuşan Türkiye işçisi ve öğrencisi! Sabahın köründe servis beklerken, vizelere yetişmeye çalışırken, elinde kalan üç kuruşla ay sonunu getirme derdine düşerken, hiç düşündün mü, neden bu haldeyiz? Neden bu kadar çok çalışıp bu kadar az kazanıyoruz? Neden iyi bir eğitim almanın bile geleceğimizi garanti etmediği bir düzende yaşıyoruz?
Bugün, tarihin bize öğrettiği gibi, devrimci düşünce bize ne söylüyor? O, dünyayı yalnızca yorumlamakla kalmayıp onu değiştirme azmini taşıyan bir düşünür ve eylemciydi. Onun teorik bilgisiyle devrimci pratiği arasındaki sarsılmaz birlik, bugünün Türkiye’sine ışık tutabilir. Bu yazı, içinde bulunduğumuz sistemi anlamamıza ve bu sisteme karşı mücadele etmemize rehberlik etmeyi amaçlıyor.
Düşünce ve Eylemin Birliği
İnsanlığın en büyük dönüştürücülerinin dehası neydi biliyor musunuz? Onlar, büyük fikirleri sadece soyut birer kavram olarak görmediler. Fikirleri, dünyayı kökünden değiştirecek, ezilenlerin elinde bir silaha dönüşecek, yaşayan bir rehberdi. Onlar için teorik bilgiyle devrimci pratik bir elmanın iki yarısı gibiydi, asla ayrı düşünülemezdi.
Peki, bu bizim için ne anlama geliyor? Bugün Türkiye’de patronun sendikasızlaştırma tehdidini, asgari ücretin neden her şeye rağmen yetmediğini veya üniversitelerin neden gittikçe daha çok şirket gibi yönetildiğini anlamak, sadece “ekonomi kötü” demekle olmaz. Bunlar, kapitalist sistemin içindeki derin çelişkilerin, sermaye ile emek arasındaki mücadelenin somut sonuçlarıdır. Bunu anladığımızda, sorunlarımızın kişisel yetersizliğimizden değil, bizzat sistemin kendisinden kaynaklandığını anlarız. İşte bu anlama, mücadele etmenin ilk adımıdır. Bilgi, sadece kafamızda taşımak için değil, harekete geçmek içindir!
Kapitalizm ve Türkiye’nin Gerçekleri
Tarih bize kapitalizmin temelinde sömürünün yattığını gösterdi. İşçiler, patronlar için değer yaratır ama karşılığında bunun küçük bir kısmını alır. Kalanı, patronun cebine kar olarak girer. Bu, kapitalizmin doğasıdır. Türkiye’de bu durumun en acımasız örneklerini her gün yaşıyoruz:
Bir tekstil atölyesinde çalışan işçiyi düşünün. Sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar ter döküyor, makine başında gözleri parlıyor. Üretilen her gömlek, her pantolon bir değer taşıyor ama o işçi, emeğinin karşılığını asla tam olarak alamıyor. İşçilerin çoğu sendikasız, haklarını aramaya kalktıklarında kapı önüne konma tehdidiyle karşılaşıyorlar. Asgari ücretle geçinme mücadelesi, faturalar, çocukların masrafları… Nefes alacak alan bile kalmıyor.
Ya da Ankara’daki bir üniversite öğrencisi… Geleceğini kurtarmak için ailesiyle borç harç okuyor. Mezun olduğunda işsizlik ordusuna katılma ihtimali yüksek. Üniversite harçları, yurt kiraları, kitap masrafları… Eğitim de bir meta haline gelmiş. Okullar şirket gibi yönetiliyor, bilimin ve düşüncenin özgürce yeşerdiği yerler olmaktan çıkıp, sermayenin ihtiyaçlarına göre “nitelikli eleman” yetiştiren fabrikalara dönüşüyor.
Bu örnekler, kapitalizmin Türkiye’de nasıl da yakamızı bırakmadığını, bizi nasıl cendereye aldığını gösteriyor. Bizim yoksulluğumuz, onların zenginliğinin bir sonucudur.
Tahakküm ve Bağımlılık
Kapitalizmin en yüksek aşaması, büyük tekelci şirketlerin ve finans kapitalinin dünya çapında sömürüyü derinleştirdiği, zayıf ülkeleri ekonomik ve siyasi olarak kendine bağımlı kıldığı bir dönemdir. Bu sadece uzak coğrafyalarda değil, tam da yanı başımızda oluyor.
Türkiye ekonomisi, bir taraftan ne yazık ki uluslararası tekellere ve dış sermayeye büyük ölçüde bağımlı , diğer taraftan ise, Ortadoğu’da Afrika’da başka ülkelere göz dikmiş durumda Dış borçlar, döviz kurundaki en ufak dalgalanmalar bile milyonlarca işçinin, köylünün, öğrencinin hayatını doğrudan etkiliyor. Dolar veya Euro fırladığında, marketteki ekmeğin fiyatı, benzinin litresi, kira ve faturalar da fırlıyor. Neden? Çünkü üretimimiz, finansımız küresel sermayeye entegre olmuş durumda.
Uluslararası şirketler Türkiye’de ucuz iş gücü ve düşük maliyetler için yatırım yapıyor. Buradaki işçiler daha az ücretle, daha kötü koşullarda çalıştırılıyor. Yerli sermaye bile, büyük uluslararası zincirlerin birer taşeronu, birer dişlisi haline gelmiş durumda. Örneğin, bir oto yedek parça fabrikasında çalışan işçi, global bir markanın üretimine katkıda bulunuyor ama karın aslan payı yurt dışındaki tekelin kasasına akıyor. Bu bağımlılık, bizim ülkemizin ve halkımızın geleceğini inşa etme hakkını da gasp ediyor. İşte bu yüzden, bu küresel tahakkümle mücadele, aynı zamanda kendi sınıfımız için de bir mücadeledir.
Değişimin Güncelliği ve Örgütlenme İhtiyacı
Tarihsel deneyimler bize şunu gösterir: toplumdaki değişim potansiyeli, sadece uzak bir hayal ya da imkansız bir hedef değildir. Tam tersine, kapitalist sistemin içinde bulunduğu krizler, çelişkiler ve yarattığı eşitsizlikler, her an bir dönüşüm potansiyelini barındırır. Bu potansiyeli harekete geçirecek olan ise, işçi sınıfının öncü gücüdür.
Peki, bugün Türkiye’de durum ne? İşçiler dağınık, sendikalar zayıf, öğrenci hareketi etkisizleştirilmiş durumda. Birçoğumuz “bir şey değişmez” diye düşünüyor, umutsuzluğa kapılıyor. Ama unutmayalım, bireysel umutsuzluk, sermayenin işine yarar.
Bugün bir sanayi bölgesindeki işçilerin hakları gasp edildiğinde, sendikaya üye oldukları için işten çıkarıldıklarında veya bir öğrenci yurdunda barınma hakları ihlal edildiğinde, bu sorunlar sadece o kişinin veya o grubun sorunu değildir. Bunlar, sistemin ortak sorunlarıdır ve ortak mücadeleyi gerektirir. Örgütlenmek, yan yana durmak, sesi sesimize katmak zorundayız. Sendikaları güçlendirmek, öğrenci derneklerini canlandırmak, mahallelerde, okullarda, iş yerlerinde bir araya gelmek… İşte bu, değişimin güncelliğini somutlaştırmanın, onu bir potansiyelden gerçekliğe taşımanın tek yoludur.
İşçi Sınıfının Öncü Rolü
Toplumsal değişimlerin asıl motor gücünün işçi sınıfı olduğu açıkça ortadadır. Neden mi? Çünkü kapitalist sistemin tüm zenginliği, işçilerin emeğiyle yaratılır. Fabrikalarda, madenlerde, inşaatlarda, hastanelerde, kurye motorlarının üzerinde… Her yerde üretim yapan, hizmet veren, yani toplumsal değer üreten biziz.
Türkiye’de işçi sınıfının niceliksel olarak çok büyük bir gücü var. İnşaat işçilerinden sağlık çalışanlarına, tekstil işçilerinden market çalışanlarına, kuryelerden çağrı merkezi emekçilerine kadar milyonlarız. Ama bu gücümüzü henüz örgütlü bir bilince ve eyleme dönüştüremiyoruz.
Bir inşaat sahasında çalışan işçiyi düşünün. Sabahın ayazında, akşamın yorgunluğunda canını dişine takıyor. Ama emeğiyle yükselen o binaların hiçbir kârına ortak olamıyor. Ya da bir tekstil fabrikasındaki kadın işçiler… İğne oyası gibi işledikleri ürünler fahiş fiyatlara satılırken, kendileri asgari ücretle boğuşuyor. İşte bu noktada, işçi sınıfının kendi çıkarlarının bilincine varması ve bu çıkarlar etrafında örgütlenmesi hayati önem taşıyor. Çünkü bu sistemi durduracak, yeni bir düzen kuracak tek güç, kendi gücümüzdür. Tarih, işçi sınıfının direnişleri ve kazanımlarıyla doludur. Biz de bu tarihin devamıyız.
Öğrenci Hareketi ve Toplumsal Değişim
Öğrenci hareketleri, tarihin her döneminde toplumsal değişimlerin önemli bir parçası olmuştur. Geleceğin umudu olan, enerjisi ve dinamizmiyle toplumu şekillendiren gençler olarak, sizin de dönüştürücü bir gücünüz var.
Bugün Türkiye’deki öğrenciler, geleceksizlik kaygısıyla boğuşuyor. Mezuniyet sonrası işsizlik korkusu, KYK borçları, fahiş yurt ve kira fiyatları, yetersiz beslenme, niteliksiz eğitim… Bu sorunlar sizin bireysel başarısızlığınız değil, sistemin çürümüşlüğünün göstergesidir. Bir öğrenci yurdunda yoksulluk nedeniyle yemek bulamayan veya fahiş kira ödeyerek barınmak zorunda kalan öğrencilerin durumu, sadece onların kişisel sorunu değildir. Bu, eğitim hakkının ticarileştirilmesi ve gençliğin kaderine terk edilmesi sorunudur.
Peki, bu sorunlara karşı ne yapmalıyız? Sadece ders çalışmak, bireysel olarak kendini kurtarmaya çalışmak yeterli mi? Hayır! Öğrenci hareketinin, sadece kendi sorunlarını değil, tüm toplumsal sorunları (işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik) kendi sorunu olarak görmesi gerekir. En önemlisi de işçi sınıfıyla ittifak kurmaktır. Çünkü işsizlik, eğitimden sonra sizi bekleyen acımasız bir gerçektir ve işçinin sömürüsüyle doğrudan bağlantılıdır. Üniversite kantininde çalışan işçiyle, inşaatta çalışan babanızla, sizin mücadeleniz aynı zemine basar. Birlikte hareket ettiğimizde, gücümüz katlanacak, geleceğe dair umutlarımız yeşerecektir.
İttifaklar ve Cepheleşme
Devrimci stratejinin önemli bir parçası, farklı toplumsal kesimlerle ittifaklar kurma yeteneğidir. Toplumsal dönüşüm, sadece bir sınıfın değil, kapitalizmden zarar gören tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin ortak mücadelesidir.
Bugün Türkiye’de de bu ittifaklar hayati önem taşıyor. İşçi-öğrenci ittifakı, mücadelemizin bel kemiğidir. Ama bununla da sınırlı kalmamalıyız. Küçük esnaf, borç batağındaki çiftçiler, geleceksiz kalan emekliler, memurlar… Hepimiz aynı sistemin farklı şekillerde mağduruyuz.
Unutmayın, sermayenin karşısında tek başına durmak zordur. Ama milyonlar olarak bir araya geldiğimizde, gücümüzü birleştirdiğimizde, karşımızda duracak hiçbir güç yoktur. Bir tekstil fabrikasında grev yapan işçilerle, KYK borçları için eylem yapan öğrenciler; işten atılan kuryelerle, pazarda ürününü satamayan köylüler; fahiş kiralarla boğuşan emeklilerle, doktoruna şiddet uygulanan sağlık çalışanı… Hepsinin ortak bir düşmanı var: Kapitalist sömürü düzeni. Bu düzenin mağdurları olarak, bir araya gelmeli, ortak talepler etrafında birleşmeli ve güçlü bir cephe oluşturmalıyız. Ancak bu şekilde, dünyayı değiştirme arzumuzu somut bir güce dönüştürebiliriz.
Eylem ve Gelecek Tahayyülü
Düşünce önemlidir, durumu anlamak önemlidir. Ama bize gösterilen yol şudur: Eylem olmadan düşünce boş, düşünce olmadan eylem kördür. Yani sadece konuşmak, tartışmak yeterli değil. Örgütlü ve bilinçli bir şekilde eyleme geçmek zorundayız.
Bu eylem, büyük çaplı direnişler kadar, günlük yaşamdaki küçük direnişleri de kapsar. Bir iş yerinde haksızlığa karşı ses çıkarmak, bir okulda yemekhane zamlarına karşı dilekçe toplamak, mahallede çevre kirliliğine karşı örgütlenmek… Bunlar, büyük eylemlerin ilk adımlarıdır.
Peki, ne için mücadele ediyoruz? Sadece mevcut durumu düzeltmek için mi? Hayır! Biz, başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Biz, insan onuruna yaraşır bir yaşamın, eşitlikçi bir toplumun, bilimin ve sanatın serbestçe geliştiği bir eğitimin mümkün olduğunu hayal ediyoruz.
İşçinin alın terinin sömürülmediği, öğrencinin geleceğinden endişe etmediği, herkesin insanca yaşayabildiği bir Türkiye… Bu, ütopyacı bir hayal değil, insanlık tarihinin bize gösterdiği yoldur. Bir grev kazanan işçiler, bir okulda yemekhane zamlarını geri çektiren öğrenciler; işte bu kazanımlar, bize bu geleceğin ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. Bu geleceği inşa etmek için, korkmadan, yılmadan mücadele etmeye devam etmeliyiz.
Eylem Çağrısı
Değişim Seninle Başlar!
Sevgili Türkiye işçisi, sevgili Türkiye öğrencisi!
Bu yazıda, devrimci düşüncenin neden bugün de güncel olduğunu ve bu bakış açısının içinde bulunduğumuz sistemi anlamak için neden vazgeçilmez olduğunu anlatmaya çalıştık. Gördük ki, sorunlarımız bireysel değil, sistemsel. Ve bu sorunların çözümü de, bireysel kurtuluşta değil, örgütlü ve kolektif mücadelede yatıyor.
Tarihsel mirasımız bize teoriyi pratikle birleştiren, değişimin güncelliğini asla unutmayan bir yol gösteriyor.
Örgütlen! İş yerinde, okulda, mahallede, arkadaşlarınla bir araya gel. Bilinçlen! Teoriyi öğren, tartış, etrafına yay. Harekete Geç! Hakların için, adalet için, eşitlik için mücadele et.
Geleceğimiz, bize dayatılan bu sistemin kaderi değildir. Korku duvarlarını yık, umudu yeşert! Geleceği birlikte inşa edelim!
Bir yanıt yazın