Ben, bu satırların ardındaki Sisyphos. Antik mitolojinin o meşakkatli kahramanı gibi, her düşüşün ardında yeni bir başlangıç, her çabanın ardında bilincin yükselişini arayan bir izleyiciyim. Elbette, benim dağım bir kaya değil; çağımızın karmaşık gerçekleri, insanlığın bitimsiz arayışı ve toplumsal dönüşümün bitmek bilmeyen mücadelesi.
Bu ‘izlek’, benim ve belki de sizinle aynı yolda yürüyenlerin düşünsel güzergahını temsil ediyor. Güncel siyasal, felsefi, sanatsal ve bilimsel konulara, diyalektik ve tarihsel materyalist bir mercekle bakarak, görünenin ardındaki çelişkileri ve dinamikleri anlamaya çalışıyoruz. Dünya sürekli değişirken, bu değişimin maddeci temellerini ve sınıfsal ilişkilerini sorgulamak, yalnızca bir entelektüel merak değil, aynı zamanda dönüşümün kapısını aralayan anahtardır.
Blog bölümünde, güncelin nabzını tutan siyasal, felsefi, sanatsal ve bilimsel yazılar bulacaksınız. Her bir yazı, Sisyphos’un kayayı itmesi gibi, hakikati arama çabamızın bir yansımasıdır. Yüzleştiğimiz zorlukları, toplumsal dinamikleri ve insanlık hallerini diyalektik bir sorgulamayla ele alarak, aydınlanmanın ve mücadelenin ışığını yakalamaya çalışıyoruz. Bu yazılar, yalnızca bilgi sunmakla kalmayacak, aynı zamanda sizi düşünmeye ve sorgulamaya davet edecek.
Şiirlerim, dış dünyanın karmaşasından ve toplumsal çelişkilerden süzülerek, kendi iç dünyamın derinliklerine yapılan bir yolculuğun izleridir. Her bir dize, Sisyphos’un kayayı yokuş yukarı itmesi gibi, bilinçaltımın katmanlarını arşınlayan, içsel sorgulamaların ve duygu iniş-çıkışlarının yansımasıdır. Bu dizelerde, bireysel varoluşun sancılarını, felsefi arayışlarını ve sessiz isyanlarını bulacaksınız. Dışarıdaki gürültüye rağmen, içimde yükselen seslerin ve dönüşümlerin peşindeyim; çünkü biliyorum ki, toplumsal olanın yankıları, en çok da bireyin ruhunda yankılanır.”
Öykülerimde, hayatın içindeki iki farklı ama birbiriyle diyalektik bir ilişki kuran damarı keşfe çıkıyorum. Bir yanda, sembollerin ve yaratıcı hayal dünyasının kapılarını aralayan hikayeler var. Bu öykülerde, bilincin derinliklerinden yükselen imgelerle, görünenin ardındaki evrensel hakikatlere dokunmaya çalışıyorum. Tıpkı Sisyphos’un yokuş yukarı taşıdığı kaya gibi, her bir sembol, insanlık durumunun ve varoluşsal arayışların birer izdüşümü oluyor.
Diğer yanda ise, sıradan insanların ve işçilerin yaşamlarından süzülen öykülerle, somut gerçekliğin nabzını tutuyorum. Bu hikayelerde, günlük yaşamın küçük direnişlerini, mütevazı çabalarını ve toplumsal ilişkilerin bireyler üzerindeki etkilerini gözlemlemeyi amaçlıyorum. Kimi zaman bir atölye, kimi zaman bir ev, kimi zaman da bir direniş meydanı; bu öykülerde emekçi insanın mücadelesi, hayatın acımasız çelişkileri ve insani bağların gücü öne çıkıyor. Sembollerin soyut derinliğiyle, somut yaşamın çıplak gerçekliği arasındaki bu geçişler, diyalektik bir bütünlük oluşturarak, okuyucuyu hem düşündürmeyi hem de derinden hissettirmeyi hedefliyor.”