Skip to content
  • Hakkımda
  • Blog
  • Şiirler
  • Öyküler
  • İletişim

Copyright izlek 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress

izlek
  • Hakkımda
  • Blog
  • Şiirler
  • Öyküler
  • İletişim
Siyaset Article

Kapitalizmin Gölgesinde Barınma ve Gelecek Kaygısı: Genç Bir Kuşağın Gerçeği

On 13.06.2025Sisyphos
Unutmayın, bu "çirkin" Sovyet evleri, bir zamanlar milyonlarca insana onurlu bir yaşam sunmuştu. Bu, barınma hakkının kamusal bir politika ile çözülebileceğinin en somut kanıtıdır. Bugünün teknolojik imkanları ve üretim kapasiteleriyle, herkese yetecek kadar konut inşa etmek, geçmişten çok daha fazla mümkündür. Önemli olan, kapitalizmin kâr hırsını dizginlemek değil, bu kâr hırsının üzerine kurulu kapitalist düzenin kendisini ortadan kaldırmak ve yerine, insan ihtiyaçlarını merkeze alan sosyalist bir toplumsal düzen kurmaktır. Kentlerin, sermayenin değil, insanların ihtiyaçlarına göre planlandığı, konutun bir yatırım aracı değil, temel bir insan hakkı olarak görüldüğü bir gelecek, sadece bir hayal değil, elde edilebilir bir hedeftir.

Unutmayın, bu "çirkin" Sovyet evleri, bir zamanlar milyonlarca insana onurlu bir yaşam sunmuştu. Bu, barınma hakkının kamusal bir politika ile çözülebileceğinin en somut kanıtıdır. Bugünün teknolojik imkanları ve üretim kapasiteleriyle, herkese yetecek kadar konut inşa etmek, geçmişten çok daha fazla mümkündür. Önemli olan, kapitalizmin kâr hırsını dizginlemek değil, bu kâr hırsının üzerine kurulu kapitalist düzenin kendisini ortadan kaldırmak ve yerine, insan ihtiyaçlarını merkeze alan sosyalist bir toplumsal düzen kurmaktır. Kentlerin, sermayenin değil, insanların ihtiyaçlarına göre planlandığı, konutun bir yatırım aracı değil, temel bir insan hakkı olarak görüldüğü bir gelecek, sadece bir hayal değil, elde edilebilir bir hedeftir.

19 Mart’ta sokağa çıkan gençler, yurttaşlar ve onların tutuklanmak pahasına verdikleri mücadele, kapitalizmin en temel insani ihtiyaçları dahi nasıl bir lüks haline getirdiğinin acı bir göstergesidir. Barınma, eğitim, sağlık gibi haklar, birer metaya dönüşmüş durumda ve bu dönüşümün en ağır yükünü, geleceğin kurucusu olması beklenen genç kuşaklar taşıyor. Kapitalist düzenin çarkları arasında, ev sahibi olmak bir hayal, kiralar ise gençlerin maaşlarının büyük bir kısmını yutarak onları bir çıkmaza sürüklüyor.

Gelin, kapitalizmin bu acımasız yüzüne, tarihten bir kesitle, geçmişin deneyimleriyle, ama bugünün gerçekleriyle bakarken, barınma hakkının gerçekten de herkese eşit bir şekilde sağlanabileceği bir dünyanın mümkün olduğunu da birlikte keşfedelim.

Sovyet Deneyimi ve Barınma Hakkı: “Çirkin” Binaların Anlattığı Hikaye

Bugün “çirkin” diyerek küçümsediğimiz o Sovyet apartmanları var ya… Onlar, bir dönemin milyonlarca insanı için, ilk kez sıcak, sağlam ve kira derdi olmayan bir yuva anlamına geliyordu. Mimarlık, sadece estetik kaygılarla değil, doğrudan bir toplumsal ihtiyaca, barınma hakkına cevap veren devasa bir sistemin parçasıydı. Mimari, bir avuç elitin zevkini tatmin etmekten öte, halkın yaşam standartlarını yükseltmek için kullanılan bir araçtı.

1917 Devrimi’yle birlikte, Rusya’nın siyasal yapısı gibi, fiziksel mekanları da yeniden kurgulanmaya başlandı. Çarlık döneminde zenginler şatolarda sefa sürerken, işçiler ve yoksullar bodrum katlarında, sağlıksız koşullarda yaşam mücadelesi veriyordu. Devrimcilerin ilk hedefi ise bu sınıfsal ayrımı yerle bir etmek ve herkese ev sağlamaktı. O günlerdeki “ev” kavramı, bugünkü bireysel mülkiyet anlayışından çok farklıydı. Bireysel mahremiyet lüks sayılıyordu; asıl olan, toplumun ortak faydasıydı. Herkesin başını sokabileceği bir çatının olması, temel bir hak olarak görülüyordu.

İlk dönemde, yani 1920’lerde, Kommunalka adı verilen ortak yaşam alanları ortaya çıktı. Bir daire, birkaç aileye bölünüyordu; ortak banyo, ortak mutfak, ortak koridor… Sistemin sloganı netti: “Özel alan değil, ortak yaşam.” Bu yaklaşım, sadece bir konut çözümü değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal yapının inşasıydı. Aynı dönemde mimarlar da bu yeni toplum yapısına uygun yapılar geliştirmeye başladı. Mimarlık tarihine “Konstrüktivizm” olarak geçen bu akımda binalar, süssüz, yalın ve işlevseldi. Tasarımın tek derdi estetik değil, üretkenlikti. Birey değil, toplum düşünülüyordu. Modernizmin radikal bir yorumu gibiydi, ancak ardında sosyalist ideoloji vardı. Bu dönemde inşa edilen işçi kulüpleri, fabrikalar ve konutlar, mimarinin toplumsal dönüşümdeki rolünü gözler önüne seriyordu.

1930’lardan itibaren ise Sovyet mimarisi, büyük sanayileşme hamlesi, şehirleşme ve ülkenin güçlenmesiyle birlikte yeni bir yöne evrildi. Bu dönemde ortaya çıkan Sosyalist Gerçekçilik akımı, mimariye anıtsal ve görkemli bir karakter kazandırdı. Yüksek tavanlar, sütunlar, heykellerle süslü yapılar, sadece barınma ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda Sovyet halkının gücünü, birlikteliğini ve sosyalizmin zaferini simgeliyordu. Bu, işçi sınıfının ve köylülerin kolektif başarısını, Sovyet gücünü ve sosyalizmin yüceliğini temsil eden “halk sarayları” niteliğindeydi. Örneğin, Moskova Metrosu istasyonları, sadece birer ulaşım alanı değil, aynı zamanda halkın sanat ve estetikle buluştuğu, aydınlık ve ferah kamusal mekanlardı. Bu anıtsal yapılar, devrim sonrası yeni bir düzenin görselleştirilmesi ve halkın ortak bir hedefe yönelmesi için önemli bir araçtı.

1953’te Stalin’in ölümüyle, Nikita Kruşçev’in liderliğinde pratik ihtiyaçlar daha da ön plana çıktı. Kruşçev’in önceliği netti: “Daha az süs, daha çok daire.” Bu dönemde “seri üretim” konut çağı başladı. Yüksek tavanlara, gösterişli girişlere yer yoktu. Asıl mesele hızdı. Bir ev, bir haftada inşa edilebilecek hâle gelmeliydi. Böylece Kruşçevka’lar doğdu. Beton panellerden üretilen, 4-5 katlı, küçük ama özel banyolu daireler… Bu evler, kırsaldan kente göçen milyonlarca aile için modernliğin ve insanca bir yaşamın başlangıcıydı.

Peki insanlar bu evleri severek mi benimsedi? Belki estetik kaygıları olanlar vardı, ancak hayatında ilk kez kendi banyosu, kendi mutfağı olan bir eve giren milyonlarca insan için bu daireler bir dönüm noktasıydı. Ve belki de en çarpıcı nokta: Sovyetler Birliği’nde ev için ödenecek bedel, maaşın %4’ünü geçemezdi! Bugün İstanbul’da bir çalışanın maaşının %70’ini kiraya verdiğini düşünürsek, 1960’larda Moskova’da bir işçinin maaşının sadece %4’üyle sıcak bir dairede yaşayabilmesi, Sovyet sisteminin konut sorununu kamusal bir hak olarak ele almadaki başarısını gösterir. Çünkü ev, özel mülkiyet değil, kamusal bir haktı. Hiç kimse ev sahibi değildi, ama hemen herkesin bir evi vardı.

1970’lerde bu yapı daha da standartlaştı. 9-12 katlı panel evler üretildi. Tasarım artık bir mühendislik problemiydi. Aynı daire planı, yüzlerce binada tekrarlandı. Sıcaklık, dayanıklılık, işlev… Estetik geri plandaydı. Bu, mimarlığın değil, sistemin tercihiydi. Ve işin ilginç tarafı şu: Bugün hâlâ Rusya, Ukrayna, Belarus gibi ülkelerde milyonlarca insan bu “çirkin” evlerde yaşıyor. Kimi modernize etti, kimi aynı haliyle sürdürüyor ama bir gerçek değişmedi: bu evler, hâlâ dayanıklı, hâlâ ulaşılabilir.

Sovyet konutları birer tasarım harikası olmayabilir, ancak asıl soru şuydu: “İyi bir ev nasıl görünmelidir?” değil, “İyi bir ev neyi mümkün kılar?” Sovyetler’in cevabı netti: Bir ev, barınmayı mümkün kılmalıydı. Önce adil, sonra güzel. Bu iddia, “Kimse evsiz kalmamalı,” bugünkü güzel ama çok azımızın eriştiği evlerin yanında hâlâ cesur bir çözüm gibi duruyor.

Kapitalizmin Dayattığı Konut Krizi: Dünyada ve Türkiye’de Görünen Gerçekler

Bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde bile barınma sorunu derinleşiyor. Küresel emlak piyasası raporlarına göre, birçok metropolde ortalama gelirli bir ailenin ev sahibi olması neredeyse imkansız hale gelmiş durumda. Örneğin, New York’ta ortalama bir kiracı, maaşının %60’ından fazlasını kiraya ayırmak zorunda kalabiliyor. Bu, birçok ailenin gelirinin büyük bir kısmının sadece barınmaya ayrıldığı, temel ihtiyaçlar için neredeyse hiçbir şey kalmadığı anlamına geliyor. Londra’da ise on binlerce insan, sosyal konut için yıllarca sıra beklerken, bazı bölgelerde kiralar aylık asgari ücretin birkaç katına çıkabiliyor; bu da evsizliğin artmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine yol açıyor. Berlin’de ise, artan kiralar halkı sokaklara dökmüş, “kamulaştırma” talepleri yükselmeye başlamıştır, çünkü piyasanın kendi başına barınma sorununu çözemediği açıkça görülüyor.

Türkiye’de ise durum ne yazık ki çok daha vahim. Büyük şehirlerde, özellikle İstanbul’da kira fiyatları fahiş seviyelere ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ve emlak piyasası raporları, gençlerin ve düşük gelirli ailelerin ne kadar büyük bir barınma kriziyle karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koyuyor. İstanbul’da ortalama bir çalışanın maaşının %70’ini kiraya ayırdığı gerçeği, gençlerin geleceğe dair umutlarını derinden sarsıyor. Birçok genç, ya ailesinin yanından ayrılamıyor ya da şehir merkezlerinden çok uzakta, ulaşıma ciddi maliyetler ödeyerek yaşamak zorunda kalıyor. Ev sahibi olmak bir hayal olmaktan öte, ulaşılmaz bir lüks haline gelmiş durumda. Kiralık ev bulmak bile bir mücadeleye dönüşmüşken, yeni evliler, öğrenciler ve asgari ücretle çalışanlar için bu durum bir yaşam krizine dönüşüyor.

Peki mimarlık bu süreçte nereye evriliyor? Kapitalist sistemde mimari, estetik bir kaygı olmaktan çok, sermayenin birikim aracı haline geldi. Şehrin en değerli arazilerine inşa edilen lüks rezidanslar, gökdelenler ve gösterişli alışveriş merkezleri, bir avuç azınlığın ihtiyaçlarına göre tasarlanırken, milyonlarca insan uygun fiyatlı ve yaşanabilir bir konut arayışında. Mimarlık, bir zamanlar insanlığın barınma sorununa çözüm üretme aracı iken, kapitalist sistemde ne yazık ki kâr odaklı bir endüstriye dönüştü. “Tasarım harikası” adı altında sunulan projeler, aslında toplumsal ihtiyaçları değil, piyasa değerini yükseltme amacını taşıyor. Bu durum, mimariyi özünden kopararak, onu bir yatırım aracına dönüştürüyor ve toplumsal fayda arka plana atılıyor. Mimarlık eğitimi alan gençler dahi, kendi mesleklerinin toplumsal fayda yerine sermayenin emrine girmiş olmasından derin bir rahatsızlık duyuyor.

Bugün de Mümkün: Gençlerin Sesi ve Geleceğe Yönelik Talepler

19 Mart’ta sokağa çıkan gençler, işte tam da bu adaletsizliğe isyan ediyor. Kapitalist sistemin dayattığı “çok katlı, estetik ama hayal bile edilemeyecek fiyatlar” karşısında, “herkese sıcak, sağlam ve kira derdi olmayan evler” talebini yükseltiyorlar. Bu talepler, sadece bir konut sorunu değil, daha adil, daha eşitlikçi bir dünya inşa etme arayışının bir parçasıdır.

Tarihin bize gösterdiği gibi, değişim, toplumsal ihtiyaçların karşılanması yönünde atılan cesur adımlarla mümkün olur. Sovyet deneyimi, kusurlarına rağmen, barınma hakkının kamusal bir hak olarak nasıl ele alınabileceğine dair önemli bir örnek teşkil eder. Bugünün Türkiye’sinde ve dünyasında yaşanan konut krizi, bizi yeniden temel sorulara yönlendiriyor: Çok katlı, estetikten uzak ama erişilebilir konutlar mı; yoksa estetik ama hayal bile edilemeyecek fiyatlar mı? Bu sorunun cevabı, gençlerin karşılaştığı zorlukların ve geleceğe dair kaygılarının merkezinde yer alıyor.

Bu çıkmazda, gençler olarak sizin sesiniz hayati önem taşıyor. Çünkü siz, bugünün çarpıklıklarını en derinden hisseden ve geleceği şekillendirme potansiyeline sahip olanlarsınız. Barınma hakkının bir lüks değil, herkes için temel bir hak olduğu bir dünya inşa etmek, kolektif bir çaba gerektirir. Bu mücadelede, sadece kendi geleceğinizi değil, aynı zamanda sizden sonraki nesillerin de insanca yaşayabileceği bir dünyanın temellerini atıyorsunuz.

Unutmayın, bu “çirkin” Sovyet evleri, bir zamanlar milyonlarca insana onurlu bir yaşam sunmuştu. Bu, barınma hakkının kamusal bir politika ile çözülebileceğinin en somut kanıtıdır. Bugünün teknolojik imkanları ve üretim kapasiteleriyle, herkese yetecek kadar konut inşa etmek, geçmişten çok daha fazla mümkündür. Önemli olan, kapitalizmin kâr hırsını dizginlemek değil, bu kâr hırsının üzerine kurulu kapitalist düzenin kendisini ortadan kaldırmak ve yerine, insan ihtiyaçlarını merkeze alan sosyalist bir toplumsal düzen kurmaktır. Kentlerin, sermayenin değil, insanların ihtiyaçlarına göre planlandığı, konutun bir yatırım aracı değil, temel bir insan hakkı olarak görüldüğü bir gelecek, sadece bir hayal değil, elde edilebilir bir hedeftir.

Bu mücadelede, gençlerin dayanışması ve ortak talepleri, kapitalizmin dayattığı bu adaletsiz düzeni değiştirecek en büyük güç olacaktır. Gelecek, sizin taleplerinizle şekillenecek. Bu talepler yüksek sesle dile getirildiği ve uğruna mücadele edildiği sürece, umut her zaman var olacaktır. Peki, kapitalizmin bu barınma krizine karşı, sosyalist bir perspektiften atılabilecek en önemli adımlar neler olmalı ve bu adımlar için sizler ne kadar ileri gitmeye hazırsınız?

Bunlar da var

Dijital Çağ, Sosyal Medya ve Kapitalist Yabancılaşma

Türkiye’nin Anti-Emperyalist Geleneğinin Kökenleri ve Evrimi

Teori, Strateji, Politika

Tags: barınma, gençlik, güncel, konut, siyaset, sovyetler

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arşivler

  • Haziran 2025

Calendar

Haziran 2025
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30  
     

Kategoriler

  • Felsefe
  • Siyaset

1880-124-1024

Copyright izlek 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress